İşçi sağlığı ve iş güvenliği üzerine
on bir yıldan beri kongreler düzenleyen,
eğitim, periyodik kontrol, teknik ölçüm
ve yayın faaliyetlerinde bulunan
TMMOB Makina Mühendisleri Odası`nın (MMO),
yasa üzerine bazı ön tespitleri aşağıda
kamuoyuna sunulmaktadır.
Amacı "işyerlerinde iş sağlığı ve
güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık
ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi
için işveren ve çalışanların görev,
yetki, sorumluluk, hak ve
yükümlülüklerini düzenlemek" olarak
açıklanan yasanın öncelikle yürürlüğe
giriş tarihleri birazdan değineceğimiz
üzere sorunludur.
Yasanın kapsamı da "kamu ve özel sektöre
ait bütün işler ve işyerleri" olarak
belirlenmiştir ancak bu kapsam kamu
uygulamaları için iki yıl sonraya, küçük
işyerleri için bir ve iki yıl sonraya
ertelenerek daha baştan
sınırlanmaktadır. Zira yasa "Kamu
kurumları ile 50`den az çalışanı olan ve
az tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri
için yayımı tarihinden itibaren iki yıl
sonra", yine 50`den az çalışanı olan
"tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer
alan işyerleri için yayımı tarihinden
itibaren bir yıl sonra" yürürlüğe
girecektir. Yasanın diğer işyerleri için
uygulama tarihi yayımı tarihinden
itibaren altı ay sonra başlayacak, 7
maddesi ile 6 geçici maddesi de yayımı
tarihinde yürürlüğe girecektir.
Oysa Odamızca yayımlanan "İşçi Sağlığı
ve İş Güvenliği Raporu"nda belirtildiği
üzere resmi verileri açıklanmış bulunan
2010 yılındaki iş kazalarının yüzde
56`sı, aktif sigortalıların yüzde
62`sini, işyerlerinin de yüzde 68`sini
oluşturan, 1–49 arası çalışanı bulunan
ve İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimi ile
işyeri hekimi, iş güvenliği mühendisi,
işyeri hemşiresi veya sağlık memuru
istihdam zorunluluğu bulunmayan
işyerlerinde gerçekleşmektedir. Yasa
hazırlayıcısı ve onaylayıcıları, ne
yazık ki daha en baştan, 50`nin altında
çalışanı bulunan işyerlerinde yaşanan
(yüzde 56 oranındaki) iş kazalarının bir
ve iki yıl için sürmesini göze almıştır.
Bu durum işçi sağlığı ve güvenliği
önlemlerinin seri ve operasyonel bir
şekilde yaşama geçirilmeyeceği, iş
kazası ve cinayetlerinin süreceğini
göstermektedir.
Ayrıca yasanın "İşverenin genel
yükümlülüğü" kısmında "İşyeri dışındaki
uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet
alınması, işverenin sorumluluklarını
ortadan kaldırmaz" denilmekle birlikte
iki madde sonra (madde 6) söz konusu
hizmet alımının işveren lehine
sınırlanma olanağı yaratılmaktadır: "(…)
belirlenen niteliklere ve gerekli
belgeye sahip olması halinde, tehlike
sınıfı ve çalışan sayısı dikkate
alınarak, bu hizmetin yerine
getirilmesini kendisi üstlenebilir"
hükmü ile işverenlere "iş sağlığı ve
güvenliği uzmanı" olma olanağı
tanınmaktadır. Bu konunun pratikte ne
gibi sorunlar yaratacağı yasada
gözetilmemiştir. Bu durum uluslararası
etik kurallara göre mesleki bağımsızlık
kuralına aykırıdır. İşçi sağlığı ve iş
güvenliği önlemlerinde kusurlu bir
işveren acaba kendini Bakanlığa şikayet
edecek midir? V.b. v.b.
Yasanın "İş sağlığı ve güvenliği
hizmetlerinin desteklenmesi" ile ilgili
olan 7. maddesinde yer verilen
Bakanlıkça sağlanabilecek olan destek
"ondan az çalışanı bulunanlardan, çok
tehlikeli ve tehlikeli sınıfta yer alan
işyerleri" ile sınırlanmakta ve "ondan
az çalışanı bulunanlardan az tehlikeli
sınıfta yer alan işyerlerinin de
faydalanmasına" Bakanlar Kurulunun karar
verebileceği belirtilmektedir. Oysa
bilinmektedir ki, tehlike sınıfından
bağımsız olarak iş kazaları işyeri
ölçeği küçüldükçe artmaktadır ve en
küçük ölçekli işletmeler ile
çalışanlarının tamamı desteğe muhtaçtır.
Yasanın "İşyeri hekimleri ve iş
güvenliği uzmanları" ile ilgili 8.
maddesinin 1. fıkrasında "mesleki
bağımsızlık" konusuna yalnızca
değinilmekte ancak bu bağımsızlığın
nasıl tesis edileceğine, mesleki
bağımsızlık ile uzmanın ücretinin kim
tarafından ödendiği arasındaki ilişki
sorununa dair hiçbir şey
söylenmemektedir. 8. maddenin 2.
fıkrasında belirtilen "İşyeri hekimi ve
iş güvenliği uzmanları;
görevlendirildikleri işyerlerinde iş
sağlığı ve güvenliğiyle ilgili alınması
gereken tedbirleri işverene yazılı
olarak bildirir; bildirilen hususlardan
hayati tehlike arz edenlerin işveren
tarafından yerine getirilmemesi halinde,
bu hususu Bakanlığın yetkili birimine
bildirir" hükmü, bu nedenle sorun savma
yaklaşımıyla belirlenmiştir. İşvereni
şikayet eden iş sağlığı ve güvenliği
uzmanının veya bu hizmeti dışarıdan
belirli bir ücretle sağlayan kuruluşun
sözleşmesine işverence son vermesi
olasılığına karşı işverene uygulanacak
yaptırımlar belirlenmemiştir. Bu ve
benzeri güvenceler sağlanmaksızın
işvereni Bakanlığa şikayet yolunun açık
tutulması, gerçekte bu yolun daha baştan
kapatılması ve önemli bir sorunu savma
anlamına gelmektedir. Zira birçok iş
güvenliği mühendisi/uzmanı meslektaşımız
iş güvencesi olmaksızın ağır piyasa
koşullarında çalışmaktadır. Mesleki
bağımsızlık ve iş güvencesi koşulları
oluşturulmaksızın söz konusu maddenin
işletilmesi, konunun, azami kâr amaçlı
piyasanın insafsız işleyişine terk
edilmesi anlamına gelmektedir.
8. maddenin 3. fıkrasında ise konunun
başka bir yönüne değinilerek "Hizmet
sunan kuruluşlar ile işyeri hekimi ve iş
güvenliği uzmanları, iş sağlığı ve
güvenliği hizmetlerinin yürütülmesindeki
ihmallerinden dolayı, hizmet sundukları
işverene karşı sorumludur"
denilmektedir. Yasanın 4. maddesinin 2.
fıkrası ise "İşyeri dışındaki uzman kişi
ve kuruluşlardan hizmet alınması,
işverenin iş sağlığı ve güvenliği
konusundaki sorumluluğunu ortadan
kaldırmaz" hükmü ile asıl sorumluluğu
işverene yükler gibi görünmekle birlikte
8. maddenin 3. fıkrası ile bu sorumluluk
işverenlerin lehine yumuşatılmaktadır.
8. maddenin 4. fıkrasında ise "Çalışanın
ölümü veya maluliyetiyle sonuçlanacak
şekilde vücut bütünlüğünün bozulmasına
neden olan iş kazası veya meslek
hastalığının meydana gelmesinde ihmali
tespit edilen işyeri hekimi veya iş
güvenliği uzmanının yetki belgesi askıya
alınır" hükmü getirilmektedir. Doğal ve
gerekli gibi görünen bu yaptırım da
gerçekte işveren kesimini kayırmakta ve
iş güvenliği uzmanlarının içinde
bulundukları ağır koşulları
gözetmemektedir. Zira iş güvenliği
uzmanları ile işyeri hekimlerinin
çalışma koşulları ve işyerlerindeki
statüleri oldukça zayıf ve
korunmasızdır. İş güvenliği uzmanları ve
işyeri hekimleri işyerlerinde tam süreli
olarak çalışamamaktadır. Adına ne
denilirse denilsin, iş güvenliği
uzmanlarının işyerlerinde yaptıkları iş,
aslında bir danışmanlık hizmetidir.
Çünkü uzmanların tespitlerinin
işyerlerinde mutlaka yerine getirilmesi
için bir yaptırım gücü bulunmamaktadır.
Bilinir ki, işyeri yönetimi her anlamda
işverene aittir; işçi alımından gerekli
malzeme alımına kadar her konuda son
sözü işverenler söyler.
Söz konusu fıkra gereği, yetkiler askıya
alınabilir ama iş kazaları ve meslek
hastalıkları önlenemeyecektir. Çünkü her
zaman asıl belirleyen işveren kesimidir.
Bu koşullarda çalışan ve işverene
sundukları tespitleri, gereklilik ve
önerileri yerine getirilmeyen ancak iş
kazası ve meslek hastalıklarından
sorumlu tutulan iş güvenliği uzmanları
ile hekimlerin belgelerini askıya almak
gerçekle bağdaşmamakta, işçi sağlığı ve
iş güvenliğinin olmazsa olmazlarından
olan mühendislik ve tıp bilimlerini
dikkate almamak anlamına gelmektedir.
8. maddenin 7. fıkrasında ise "Kamu
kurum ve kuruluşlarında ilgili mevzuata
göre çalıştırılan işyeri hekimi veya iş
güvenliği uzmanı olma niteliğini haiz
personel, gerekli belgeye sahip olmaları
şartıyla asli görevlerinin yanında,
belirlenen çalışma süresine riayet
ederek çalışmakta oldukları kurumda veya
ilgili personelin muvafakati ve üst
yöneticinin onayı ile diğer kamu kurum
ve kuruluşlarında görevlendirilebilir"
denilmektedir. Kamu kurum ve
kuruluşlarındaki işyeri hekimi ve iş
güvenliği uzmanlarının asli görevlerinin
yanında aynı kurum içinde veya diğer
kamu kurum ve kuruluşlarında
görevlendirilmeleri, hekim ve uzmanların
uzmanlıklarını belirli bir yetkinlikle
uygulamalarını ek iş yükü ile ortadan
kaldırıcı bir uygulama olacaktır.
İş güvenliği uzmanları ve işyeri
hekimleri böylece "kiralık işçi"
durumuna düşürülecektir. Bu durumun
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında
istihdam edilen uzmanlar için geçerli
olması durumunda ise bu Bakanlıkta zaten
az sayıda uzman istihdam edildiği için
kendi asıl işlerini (işyeri denetimi
v.b.) aksatıcı olacaktır. Yasa
uzman/nitelikli emek gücünü yükseltme
yerine var olanı esnek bir biçimde
kullanmayı öngörerek uzman hizmetini
niteliksizleştirme, yapılacak işlerde
eksiklik ve kaos yaratıcı bir uygulamaya
kapı aralamaktadır.
Yasanın "İş kazası ve meslek
hastalıklarının kayıt ve bildirimi" ile
ilgili 14. maddesinin 2. fıkrasında
işverenin belirtilen hallerde ve
sürelerde "Sosyal Güvenlik Kurumuna
bildirimde bulunmasını" düzenlemektedir.
Burada sadece SGK`ya bildirimden
bahsedilmekte, Çalışma Bölge
Müdürlüklerine iki işgünü içerisinde
yapılan bildirimler kaldırılmaktadır.
Kısaca müfettişler kazaları
incelemeyecek, devlet denetimden
çekilecektir. Tüm sorumluluk iş
güvenliği uzmanlarına yüklenmektedir.
Yasanın "Çalışanların görüşlerinin
alınması ve katılımlarının sağlanması"
üzerine olan 18. maddesinin 1.
fıkrasının a) bendinde, çalışanların "İş
sağlığı ve güvenliği ile ilgili
konularda görüşlerinin alınması, teklif
getirme hakkının tanınması ve bu
konulardaki görüşmelerde yer alma ve
katılımlarının sağlanması"ndan söz
edilmektedir. Ancak
çalışanların/temsilcilerin katılımının
sağlanması ve bu konunun takibi nasıl
yapılacaktır, bu konuda açık ve pratik
argümanlar olmalıdır. Daha önce de var
olan bu maddenin pratikte hiç
uygulanmadığı bilinmektedir.
Çalışanların söz hakkı yoktur, işinden
olma, güvencesizlik v.b. kaygılar ile
çalışma yaşamının emek aleyhine
örgütlenmiş olması bu konunun önündeki
başlıca engelleri oluşturmakta, yasa bu
konuda da zayıf belirlemeler ile
geçiştirme yoluna başvurmaktadır.
Yasanın "Çalışan temsilcisi" üzerine
olan 20. maddesinin 5. fıkrasında
belirtilen "İşyerinde yetkili sendika
bulunması halinde, işyeri sendika
temsilcileri çalışan temsilcisi olarak
da görev yapar" belirlemesi sabit ve
büyük işyerleri için geçerlidir. Oysa
günümüzde sendikasızlaştırma yaygın bir
durumdur ve alt işverenler ile çalışma
yoluyla işin ve çalışan sayısının
parçalanarak küçültülmesi çok yaygın bir
uygulamadır. Dolayısıyla bir işin asıl
işveren ile alt işveren arasında
bölündüğü durumlarda her bir alt
işverene ait çalışanların da temsil
edilmesi gerekir. Aksi taktirde ilgili
işyerlerinde, örneğin bir inşaatta işçi
sağlığı ve iş güvenliği hizmetleri tam
anlamıyla uygulanamayacaktır.
Yasanın "Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği
Konseyi" üzerine olan 21. maddesinde
"Ülke genelinde iş sağlığı ve güvenliği
ile ilgili politika ve stratejilerin
belirlenmesi için tavsiyelerde bulunmak
üzere Konsey kurulmuştur" denilmektedir.
Ancak sadece tavsiyelerin yeterli
olmadığı ve bu kurulun daha fonksiyonel
ve yönlendirici kararlar alabilmesi
gerekmektedir.
Yasanın "İş sağlığı ve güvenliği kurulu"
üzerine olan 22. maddesinin 1.
fıkrasında "Elli ve daha fazla çalışanın
bulunduğu ve altı aydan fazla süren
sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde
işveren, iş sağlığı ve güvenliği ile
ilgili çalışmalarda bulunmak üzere kurul
oluşturur" denilmektedir. Bu durumda
50`den az çalışanı bulunan ya da
yapılacak iş ve çalışan sayısının
taşeron yöntemiyle 50`den az çalışanı
gerektirecek biçimde parçalandığı
durumlarda İş Sağlığı ve Güvenliği
Kurulu kurulmayacaktır. Aynı maddenin 3.
fıkrasında belirtilen "Aynı çalışma
alanında birden fazla işverenin
bulunması ve bu işverenlerce birden
fazla kurulun oluşturulması halinde
işverenler, birbirlerinin çalışmalarını
etkileyebilecek kurul kararları hakkında
diğer işverenleri bilgilendirir" hükmü
bu durumda 50`nin üzerinde çalışanı
bulunan işyerleri için geçerli
olacaktır.
Yasanın 30. maddesinde belirlenen birçok
önemli husus ise yasa kapsamına
alınmamış ve "Bakanlıkça çıkarılacak
yönetmeliklerle düzenlenir" denilerek
geçiştirilmiştir. Mevzuat hiyerarşisinde
yer alan yasa, tüzük, yönetmelik,
genelge, tebliğ zincirinde bu kez tüzük
bulunmamaktadır.
Yasa, bütünlüklü bir işçi sağlığı ve iş
güvenliği ulusal politikasından yoksun
bir içerikle hazırlanmıştır. Yasa yine
tüm çalışanları kapsamamaktadır.
Bakanlık yönetmelik düzenleme, para
cezası tahsilatı ve birkaç konu dışında
işlev üstlenmemiş, anayasal ve mutlaka
gerekli olan kamusal denetim görevinden
muaf tutulmuş; bütün sorumluluk iş
güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri ve
çalışanlara yüklenmiştir. Yasanın ruhu,
sermaye kesimini kollamak ve devletin
kamusal denetim yükümlülüklerinden
uzaklaşmasıyla belirlenmiştir. İşçi
sağlığı ve iş güvenliği mevzuatını artık
sermaye çıkarları ve neo liberal
politikalar belirlemektedir.
İş kazaları ve meslek hastalıkları
sorunu, sermayenin azami kâr hırsı ve
çalışma yaşamına yönelik politikaların
emek aleyhine oluşmasından dolayı
önemini artırarak sürecektir.
Küreselleşme ve neo liberal
serbestleştirme, özelleştirme,
sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma,
esnek istihdam politikaları ile kamu
idari yapısı, personel rejimi ve kamusal
denetim alanlarında gerçekleşen dönüşüm
ve tasfiye sonucu bu alanda sayısız
olumsuz gelişme ve olay yaşanacaktır.
Yasanın iş kazaları, iş cinayetleri ve
meslek hastalıklarını önleyici bir yönü
bulunmamaktadır. Yine de tek dileğimiz,
tüzük, yönetmelik v.b. mevzuat
çalışmalarında ilgili emek ve meslek
kuruluşlarının görüşlerinin dikkate
alınması ve tüm çalışanlar için sağlık
ve güvenlik politikalarının
oluşturulmasıdır.
Son olarak belirtmek isteriz ki bu Yasa
ile İş Yasasının birçok hükmü
yürürlükten kaldırılmıştır. Bunlar
arasında "Ağır ve Tehlikeli İşler"
kavramı ve işyerlerine işletme belgesi
alınması zorunluluğu da bulunmaktadır.
Ağır ve tehlikeli iş kavramının ortadan
kaldırılması, çocukların, gençlerin,
kadınların, korumasız olarak
çalıştırılması anlamına gelecektir.
İşletme belgesinin kaldırılması da,
işyerlerinin daha az denetimi anlamına
gelecektir. Daha az denetlemenin sonucu
daha fazla kaza olacaktır.
Yasa, Bakanlığı ve işverenleri
sorumluluktan kurtarmakta, iş
kazalarının sadece iş güvenliği
uzmanları ile önleneceği gibi bir
yaklaşım sergilemektedir. Bu doğru
değildir, işverenler önlem almadıkça,
işverenlerin önlem alıp almadığı
denetlenmedikçe kazalar
önlenemeyecektir.
Ali Ekber ÇAKAR
TMMOB Makina Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkanı
3 Temmuz 2012
Orijinal haber:
|